Fikret, eski ahşap evinin çatı katındaki stüdyosunda, elindeki fırçayı titreyerek bıraktı. Günlerdir uyumamıştı. Karşısındaki tuval, hayatında yaptığı en gerçekçi, en kusursuz eserdi. Ama sorun şuydu: Bu resmi o yapmamıştı. Ya da en azından, yaptığını hatırlamıyordu.
Resim, Fikret’in şu an içinde bulunduğu stüdyoyu gösteriyordu. Her detay inanılmazdı; yerdeki boya lekeleri, pencereden sızan soluk ay ışığı, hatta masanın üzerindeki yarısı içilmiş kahve fincanı… Hepsi tuvaldeydi. Ancak resimde, odanın köşesindeki karanlıkta, gerçekte orada olmayan bir detay vardı: Sırtı dönük, uzun paltolu bir adam silüeti.
Fikret ilk başta bunun bir ışık oyunu olduğunu düşündü. Ama o gece tuhaf bir şey oldu. Fikret, resimdeki masanın üzerine şaka olsun diye kırmızı bir elma çizdi. Arkasını döndüğünde, gerçek masanın üzerinde, az önce orada olmayan kıpkırmızı, parlak bir elma duruyordu.
Kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Bu tuval, gerçeği büküyordu. Tuvale ne çizerse, odada beliriyordu.
Fikret’in korkusu yerini hastalıklı bir heyecana bıraktı. Önce masaya deste deste paralar çizdi. Saniyeler sonra masanın üzeri banknotlarla doldu. Sonra, yıllardır hayalini kurduğu antika saati çizdi şömine rafına. Saat, tik-tak sesleriyle orada belirdi. Tanrı gibi hissetmeye başlamıştı.
Fakat üçüncü gece, işler değişti.
Fikret stüdyoya girdiğinde tuvale baktı ve kanı dondu. Resimdeki o karanlık, sırtı dönük adam silüeti yer değiştirmişti. Artık köşede değildi. Resimdeki Fikret figürünün tam arkasında, ensesinde duruyordu. Ve elinde bir bıçak vardı.
Fikret dehşetle arkasına, gerçek odadaki boşluğa baktı. Kimse yoktu. Ama ensesinde soğuk bir nefes hissetti. Panikle fırçayı kaptı. Resimdeki o karanlık adamı boyayla kapatmaya, silmeye çalıştı. Beyaz boyayı hışımla tuvalin üzerine sürdü. Ama boya tutmuyordu. Siyah silüet, beyaz boyanın altından kusuyormuş gibi tekrar yüzeye çıkıyordu.
Ve sonra, resimdeki adam yavaşça başını çevirmeye başladı.
Fikret çıldırmak üzereydi. Bu lanetli şeyi yok etmeliydi. Eline tineri aldı, tuvalin üzerine döktü ve çakmağını çaktı. “Beni öldüremeyeceksin!” diye bağırdı.
Alevler tuvali bir anda sardı. Tuvaldeki oda, eşyalar ve o korkunç adam yanmaya başladı. Fikret zaferle gülümsedi. Kurtulmuştu.
Ancak o sırada garip bir koku duydu. Yanık et kokusu. Ve bacaklarında dayanılmaz bir acı hissetti.
Aşağıya baktı. Pantolonu alev almamıştı ama bacakları… Bacakları sanki bir kağıt gibi kararıyor, kıvrılıyor ve küle dönüşüyordu. Ellerine baktı; parmak uçları yanık bir kağıt gibi ufalanıyordu.
Acı içinde çığlık atmaya çalıştı ama sesi çıkmadı. Çünkü boğazı da siliniyordu. Son nefesini verirken, yanmakta olan tuvalin köşesindeki o küçük detayı fark etti. Resmin sağ alt köşesinde, yazarın imzası vardı. Ama imza Fikret’e ait değildi.
İmzada, o paltolu adamın adı yazıyordu.
Ve o an Fikret korkunç gerçeği anladı. O, tuvalin başındaki ressam değildi. O, paltolu adamın çizdiği resmin içindeki bir figürdü.
Ve gerçek ressam, beğenmediği tablosunu yakmaya karar vermişti.